27 Haziran 2012 Çarşamba

Geçiş Mevsimi

Aynaya bakıp kendimi tanıyamadığım oluyor bazen. İçimde bir garip ikilem var...
Bir yanım, herkesten daha sıradansın diyor; diğer yanım ise ben özelim diyor. Benim içimde hiç kimsede olmayan bir şey var diye haykırıyor. Ben ise bu iki benliğimin arasında kısılıp kalıyorum. Ne olduğumu, ne olacağımı bilmemenin korkusu sarıyor gittikçe.


Pencerede ise aynı manzara karşımda duruyor; sanki aynaya bakıyormuşçasına... Sanırım dünya da benimle aynı sorunu yaşıyor şu " geçiş dönemlerinde ". Yazın coşkusu, sıcaklığı, kendini kışın kasvetine, soğukluğuna teslim etmemek için direniyor sanki. Bir yanda rüzgâr olanca hırçınlığıyla eserken, diğer yanda güneş ' ben buradayım! ' diyor. Dünya ise - tıpkı benim gibi - kendisini bu iki ruh halinin arasında kısılmış hissediyor.

Bu sonbahar manzarasının bana düşündürdüğü şu: Hiç olmamak mı daha iyi, yoksa biraz olmak mı?

İçimdeki iki sesten birisi, önemsiz, kırılgan, varlığı bir hiç kadar değerli birisinin sesi. Mutluluk, başarı ve huzur gibi kavramlar onun çok uzağında. Her mücadelesini baştan kaybetmeyi kabullenmiş; dahası hep kaybetmiş. Bu sesin bana anlattıkları kocaman bir dünyanın içinde bir hiç olduğumdan ibaret.

Diğeri ise sanki sıradan kalabalığın arasında parlayan bir yıldızın sesi. Bana güven veren ve istediğimde en büyük başarıların benim içimde saklı olduğunu haykırıyor. Sürekli sen onlardan farklısın diyor, " Göster haydi! "

Ben ise bu iki sesin arasında hâlâ asıl beni arıyorum bu geçiş mevsiminde. Tıpkı dünyanın sonbaharda başına gelen ikilem gibi ben de iki zıt kutup savaşının tam ortasında kalmışım; olmakla olmamanın savaşının ortasında biraz varım sadece.

Sanırım en kötüsü de bu; ' biraz var olmak '... Çünkü, Shakespeare' in de anlattığı gibi; olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder