3 Ocak 2013 Perşembe

Cesaret

Ortalama insanın çok gerisinde, Hayatına şarkıların yön verdiği bir adam düşün. Eksiklerinin, çaresizliğine ve mutsuzluğuna sebeplerin farkına vardığını zannederken neler kaçıran... Ufacık mutluluklarını yaşadığın anların bile tadına varamayan, sırf salak beklentiler yüzünden...

Bu ahval içerisinde dahi nedensiz umutlar sahibi olmak mı iyi, vücudunu prangalayan... Yoksa bir köşede sadece beklemek mi her türlü beklentiden arınmış...

Bu satırın sahibi buraya birşey yazıyorsa normal değil, onu anla ilk önce... Normalle anormal arasındaki kalınlığı belirsiz çizgi çok etkileşimli. Onu etkileyenin ne olduğuysa her an farklılaşan varsayımsal bir boyutta. An, en küçük zaman birimi. Sürekli akıyor. Şu anı durdur. Şu an benim çizgimin etkileyeni cesaret. Eksik. Tamamlaması sana göre çok kolay belki ama imkansız. Sahip olmadığın birşeyi kaybetme korkusu ne büyükmüş!

Zaman ise beklemekle eşdeğer. Aktıkça gelmeyeni ve hiç gelmeyecek olanı beklemek çoğalıyor. Ben bekliyorum, etrafımdakiler akıp gidiyor. Alıp götüren akıp gidiyor.

Ben bekliyorum. Benim cesaretim yok.



27 Haziran 2012 Çarşamba

Geçiş Mevsimi

Aynaya bakıp kendimi tanıyamadığım oluyor bazen. İçimde bir garip ikilem var...
Bir yanım, herkesten daha sıradansın diyor; diğer yanım ise ben özelim diyor. Benim içimde hiç kimsede olmayan bir şey var diye haykırıyor. Ben ise bu iki benliğimin arasında kısılıp kalıyorum. Ne olduğumu, ne olacağımı bilmemenin korkusu sarıyor gittikçe.


Pencerede ise aynı manzara karşımda duruyor; sanki aynaya bakıyormuşçasına... Sanırım dünya da benimle aynı sorunu yaşıyor şu " geçiş dönemlerinde ". Yazın coşkusu, sıcaklığı, kendini kışın kasvetine, soğukluğuna teslim etmemek için direniyor sanki. Bir yanda rüzgâr olanca hırçınlığıyla eserken, diğer yanda güneş ' ben buradayım! ' diyor. Dünya ise - tıpkı benim gibi - kendisini bu iki ruh halinin arasında kısılmış hissediyor.

Bu sonbahar manzarasının bana düşündürdüğü şu: Hiç olmamak mı daha iyi, yoksa biraz olmak mı?

İçimdeki iki sesten birisi, önemsiz, kırılgan, varlığı bir hiç kadar değerli birisinin sesi. Mutluluk, başarı ve huzur gibi kavramlar onun çok uzağında. Her mücadelesini baştan kaybetmeyi kabullenmiş; dahası hep kaybetmiş. Bu sesin bana anlattıkları kocaman bir dünyanın içinde bir hiç olduğumdan ibaret.

Diğeri ise sanki sıradan kalabalığın arasında parlayan bir yıldızın sesi. Bana güven veren ve istediğimde en büyük başarıların benim içimde saklı olduğunu haykırıyor. Sürekli sen onlardan farklısın diyor, " Göster haydi! "

Ben ise bu iki sesin arasında hâlâ asıl beni arıyorum bu geçiş mevsiminde. Tıpkı dünyanın sonbaharda başına gelen ikilem gibi ben de iki zıt kutup savaşının tam ortasında kalmışım; olmakla olmamanın savaşının ortasında biraz varım sadece.

Sanırım en kötüsü de bu; ' biraz var olmak '... Çünkü, Shakespeare' in de anlattığı gibi; olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

The Big Bang Theory

Hayattan en büyük hazzı kimse tarafından bilinmeyen ya da underrated kabul edilen muhteşem şeyleri keşfettiğim anda alıyorum. (Burada her zamanki iddialı demeç verme huyum devreye girmiş, en diil tabii ki ama çok haz) Böyle şeyler kendimi özel ve ayrıcalıklı mı hissettiriyor yoksa iliklerime işlemiş güçsüzün mağdurun yanında olma saplantısından mı bilmiyorum. Ki zaten öyle bana özgü bir durum da diil, hepinizde var bu. Bilinmeyen bişeyler keşfetmek, şukela, sonra popüler olması çok kötü.

Netekim, böyle bir hazzı yıllar önce başlığa konu dizide yaşadım ben. HIMYM çılgın attığı dönemde başlamış bu şaheser, içinde barındırdığı onca güzellikten değil de yalnızca ve yalnızca Sheldon Cooper isimli insan evladı uyarlamasından ötürü kazandı yüce beğenimi.

Bu adam sarcasm'den anlamaz, muthiş bazinga yeteneği vardır, inanılmaz zekasının bir sonucu olarak yeterince anlaşılamadığı durumlarda kendini mükemmel ifade eder, en önemlisi ise hayatın hepimize kattığı o sinsilikten zerre barındırmaz.

Müthiş komedi bir yana, beni bu olaya bağlayan bu adamı seviyorum.

24 Ağustos 2010 Salı

İçten mi? Yok canım daha neler!

İçtenlikle iletişim kurmaya çalışan insan, diğer insanlardan sözde övgü alıp özde gerzek damgası yedikçe bu dünyadan bi cacık olmaz. Böle isyankar bi cümleyi akşam akşam bana söyleten insancıklardan bahsediyorum "diğer insanlar" derken aslında.

İnsanın karakterini ne şekillendiriyor cidden merak ediyorum. Hatta gittim para verdim bunla ilgili kitap aldım. Alman bi psikolog yazmış. Bi dolu laf var içinde. Kitabı okumasam da sayardım bu zırvaları ben zaten. Aile, eş, dost, tırı vırı. Bunlar değil olay. Katiyyen katılmıyorum. Başka bi güç var bunu yapan. İçindeki canavarı besleyen ya da aç bırakıp öldüren. 

Ama içte bi canavar olduğu muhakkak. Bu hususta herkes hemfikir aslında ama hemfikir olduklarından bile haberleri yok. Şimdi sorsan bi din adamına insanın içinde canavar var mı diye euzubiltövbe der. Psikiyatriste sorsan çocukluğuna iner. Ne bilim kime sorsan kendince bi tepki koyar. Ama o din adamına nefs desen kırk saat vaaz verir. Hani yoktu canavar? Ey psikiyatr, ego ne menem bişe desen, saati  100 dolardan 40 saat de o anlatır. 

Var babacım böyle bi canavar. Ve herkes besliyo emin ol.

İğreniyorum bunu besleyip, sonra allayıp pullayan, karaktermiş gibi ortaya koyan insanlardan. Bunlar, başkasına yardım ederken bile kendi hazzını düşünen insancıklar. Düşün bak yardım denen müessesenin doğasına ne kadar ters halbu ki.

Kendi adıma ben her tanıştığım insanı default iyi kabul edip, gerzek bi şefkatle yaklaşırken, karşı tarafın bunu  anlayıp, kendini kamufle etmesi saniyenin 10da birinden kısa sürüyo. Aynı senin gibiyim. Eveeet aynı aynı hissiyatını aşılıyo bana sevdiklerim(!).

Ama yılmadım arkadaş. Kendim gibisini bulucam. Süperim lan ben. Egom yok!

25 Mart 2010 Perşembe

Alelade

Böyle felsefeyi engin hayat görüşüyle harmanlamış bi zat olmamama rağmen bir anda dilimden fiyonklu cümleler fışkırıveriyor bazen. Sebebi yok, sonucu çok bir olaylar dizisinde yardımcı oyuncu rolü benim. Rolümde yanılsamalarla geçen bir zaman diliminde kaybolan kalbinin yönünü coğrafi atlasa bakıp bulmaya çalışan bir salağı başarıyla oynuyorum. 

Hayattan beklentisizliğin değerini öğrendim çok önceden, öğrendim de ne diye her seferinde sıfırlanan hafızama kazık çakıyor bu bilgi onu da çözemiyorum. Kendi halimde alelade yaşamanın zevkini öğrenmişken tam bu noktada çıkagelen kalp çarpıntısı ürküttü beni. Sanki lazımmış gibi bir de yürek burkulması almış gelmiş yanında. Buyur ettim içeri, yanımda duran yalnızlık hemen içeri odaya kaçtı, kapıyı sıkıca kilitleyip iki büklüm ve yan yatmış vaziyette sabit bir noktaya baktı saatlerce. Tıpkı ben diyip içten içe acırken ona kalp çarpıntısı koştu telaşla yanıma. Bak sen neler kaçırıyorsun elalem neler başarmış diye youtube'den bi klip açtı. Şansıma izleyecekken internet koptu onu da. Ben de yalnızlığın yanına kıvrılıp içerde yatmak için can atıyordum bu esnada. Sonra yürek burkulması geldi. Elinde bi duble rakıyla ve acı dolu sesiyle fısıldadı kulağıma. "Biz şimdi gidiyoruz. Sen de şu şarkıyı koy da dinle, gerçi yazdığın platformun ismiyle ilişkilendirince oksimoron ama olsun, acı acıyı söker, sökmezse biz yine geliriz.."

1 Ekim 2009 Perşembe

Yanılsa(ma)

Dört başı mamur sanma halimi, bitmedi aklımın vicdanla talimi. Tutsam elini hiçbişey yokmuş gibi, konuşur musun benimle? Konuşur musun?

İletişim dediğin, anlaşmak dediğin iki yolu açık değnek nihayetinde. Anlatmak kendini, anlaması karşıdakinin. Ama kazın ayağı başka yöne bakıyor her seferinde. Ne sen anlatabilirsin kendini, ne şartlar hadi bu sefer de sorun çıkarmayım der, ne de karşındaki senin hayalindeki soru cevap akışına uyar. Oysa ne iyi şeylere layığız. Bi anlaşılsak..

Anlatan anlatıyor arkadaş, hak ettiği yere de geliyor, hayallerini de gerçekleştiriyor, diyen varsa öncelikle bu lafı ağza tıkayan bu gıcıktan da pislik yaklaşımından ötürü teşekkür ederim ancak, bence yanlış söylüyor.

Hayatta (başta tabi ki ben olmak üzere) kimse hak ettiği yerde değil. İnsanların sosyal statülerini "yanlış" anlamak için gözlem yapmamız yeterli. Dış kapının mandalı pozisyonunda olduğumuz birinin hayatına bakıp lan bu da ne ballı, vay efenim oturduğu eve bak, yok efenim yanındaki kıza bak demek bizi şüphesiz yanlışın kucağına yönlendiriyor. Hele bi gelsek, iki satır laf etsek onunla, laf lafı açsa başlasak muhabbete.. Başlarda yarattığı o müthiş imaj nasıl da yerle bir olur şaşarsın. Senin dört başı mamurdan da iyi sandığın kişi ne de hak ettiğini alamayan biriymiş bu hayattan uzun uzun dinlersin.

Ne hatalar yapmış istemedik yere, kimler yanlış anlamış da (onu) sevmekten istifa etmiş ya da sevmeye layık görmemiş şaşarsın.

Benim tavsiyem hayattan hiçbişey beklemeyin. Eli mahkum vericek bişeyler. O da size muhtaç bakmayın.

29 Eylül 2009 Salı

Keşke..

Sahip olduğum en değerli şeyleri bana veren adam.. Gür bıyıklı, uzun boylu bu adamın, yüzünde hep mahçup bir gülümseme var. Yaşı büyüdükçe içindeki heyecan eksilmiyor. Benim için dünyanın en güçlü, en zeki insanı o. Başka kimse yaklaşamıyor yanına.

Bakışları ve sesi bana güven verse de bir yandan da kaybettiklerimi hatırlatıp içimi burkuyor. En büyük sevgi ve kızgınlığı yaşatıyor bana. Beni karşısında dayanamayacağım kadar büyük dalgaların ortasında çırpınan bir şaşkın balığa çevirdi.

Ama kaybettiklerim de o mahçup gülümsemenin arkasından bakıyor bana bir yandan.

Ne vardı böyle olmasaydı? Bu güçlü adam benim yanımda olsaydı hep. Tüm kötülükleri karşımıza alıp “biz tek siz hepiniz ulan!” deseydik.